Genel

Can Kırıkları Kitap Özeti

73 / 100

Can Kırıkları Kitap Özeti tam olarak bu sayfada yer almaktadır, filmi ayrı bir ufka yol açıyor, kitabı ayrı bir ufuk… Ama size yoğun uğraşlar sonucunda edindiğim özeti yayınlayacağım.

Can Kırıkları Kitap Özeti

Olmadı… Olamadı… Dinlediğim o nefeste sustu. Onun gidişiyle bendeki tüm seslerde sustu… Hayallerim sustu… Sevinçlerim, kahkahalarım sustu… Kadınlığım sustu… Akif’ten sonra bende kalan tek şey analığımdı. Üzerini balmumuyla sıkıca mühürleyip, kapadığım ve en tenha köşelere sakladığım kadınlığımın yerinde şimdi dimdik duran bir analık vardı. Ben artık ölümden korkmuyorum, ölümlerden korkuyorum. Birincisinde sadece ben varım. Ama ikincisinde tüm sevdiklerim var… Tıpkı şairin dediği gibi, içim hep bir Hoşça kal Ülkesi oldu. Tüm sevdiklerim gidiyordu. Bir bendim geride kalan. Tıpkı yatağı değişmeyen ırmak gibi… Tıpkı yerinden bir santim ayrılamayan kıtalar gibi, dağlar gibi…Bir bendim geride kalan. Ben ev sahibiydim sanki… Gidenler gidiyordu. Dönmüyordu ve ben hep bekliyordum. Ağlıyordum… Özlüyordum…En insani yanımla kayıplarımın yasını tutuyordum…Çünkü toprak aldığını vermiyordu.

Can Kırıkları Kitap Özeti Bölüm 1:

Aynadan kendimi izleyerek dişlerimi fırçalıyordum. Ağzımın içinden taşan köpükler dudaklarıma bulaşmış hatta oradan çeneme doğru bir yol oluşturmuşlardı. Bakıyordum ama boş bakıyordum. Bakışlarımın içi dolu değildi. İçinde bir his barındırmayan gözlerime hapsolmuş gibiydim. Beden benim değildi, bedenin içinde ki ruh da benim değildi onu anlayabiliyordum peki ben kimdim? Gözlere hapsolmuş bu tutsak, her şeyden bir haber olan bu kız ya da varlık mı demeliydim? Kimdi bu?

Yaptığım şeyleri ben değil de başkası yapıyormuş gibi hissediyordum. Benim tek görevim yapılan şeyi bütünüyle hatırlamayıp sadece yapıldığını bilmek gibiydi. Benliğim bana ait değil miydi emin değildim ancak bu boşluk rahatsız ediciydi. Bir hamlede bulunmak istiyordum ama sanki olduğum yere mıhlanmış gibiydim. Ne konuşabiliyor ne de hareket edebiliyordum. Öylece izliyordum işte.

Kapı sertçe vurulunca yerimden sıçramama neden olmuştu. Lavaboya tükürüp açık çeşmeden fırçamı yıkayarak konuştum.

“Efendim?”

“2 saattir içeride ne yapıyorsun? Hadi geç kalacaksın.” Dedi annem.

Anlaşılan fazlasıyla oyalanmıştım farkında olmadan. “Tamam çıkıyorum şimdi.” Dedim.

Yıkadığım diş fırçamın şarjının az olduğunu hatırlayarak çekmeceden şarj kablosunu çıkardım. Diş fırçasını standına yerleştirdim ve fişi prize taktım. Burada ki işim bitmişti.

Banyodan çıkıp hemen odama geçtim ve çantamı aldım. Hafif oluşuyla bir tüy gibi havaya kalkan çantam sırtımda ki yerini almıştı. Sadece matematik defterimi ve testini koymuştum

Tramvay durağına ilerlerken bir yandan da Spotify üzerinden oluşturduğum listemden şarkı seçiyordum. Özel ve saklı bir listeydi. Şarkıların bilinip bilinmemesi değildi mesele, mesele dilime vuramadıklarımın başkası tarafından yansıtılmasıydı. Belki de birilerinin benim gibi hissetmesine ihtiyacım vardı. Bilemiyorum. Kulaklarıma ulaşan sözlerle birlikte içimi dolduran sıkıntı kendini daha da gösterme fırsatı bulmuştu.

Hiçbir zaman isyan eden bir yapım olmamıştı -aileme karşı hariç- sürekli vardır bir hayır kafasındaydım. Kadere de inanan biri olarak yaşadıklarımın sadece kaderden ibaret olduğunu ve yazılan kaderi değiştirebileceğime inanıyordum. Kaderin kalemi ya benim elimde şekillenecekti ya da kalemi kıracak ve bir daha yazılan bir alın olmayacaktı.

Okula gitmek için tramvayı kullanmam gerekiyordu ve durak bana uzak sayılabilecek bir mesafedeydi. Adımlarımı hızlandırarak 11 sokaklık mesafeyi kapatmak istiyordum ama attığım her adımın hiçbir faydası olmuyordu. Yavaş yürüyen biriydim ama hızlanmış olmama rağmen hiçbir etkisi olmuyordu, yine aynı yerde yürüyor gibiydim. İçimde ki tramvayı son dakika kaçıracağım düşüncesi beni nedensizce endişelendiriyordu.

Kaçarsa kaçsın bir sonra ki tramvay vardı? Neden korkuyorsun?

Tramvaya binmek için karşıdan karşıya geçmeliydim ancak arabalar kırmızı ışık yansa dâhi durmuyordu. Kapıların kapanmasını haber veren o sesi duyduğumda istemsizce küfür kaçmıştı ağzımdan. 10 dakika gecikecektim okula ve kaçırdığım tramvaya göre daha dolu olacaktı şimdi bindiğim. Arabalar durduğunda yürüdüm ve çantamdan öğrenci kartımı çıkartıp turnikeye bastım. Her zaman orta vagona binerdim çünkü ilk ve son vagona göre daha boştu, hatta fazlasıyla boştu.

Tramvayın gelen sesini duyduğumda bir adım geriye çekildim. Hızlıca önümden ilerleyen tramvay depoya gidiyordu sanırım. Şansıma tam olarak şuan tükürmek istiyordum.

Bekleme sürem toplam 15 dakikayı geçince endişem artıyordu oysa buna gerek bile yoktu. 6.50de evden çıkıyordum ve saat 7’de tramvaya biniyordum. 7’yi 24 ya da 26 geçe de okulda oluyordum yani 7.30da da binsem 8de olan dersime her halükârda yetişiyordum.

Tramvay önümde durduğunda şükretmiştim içimden.

Allahım bismillah… Çok şükür.

Boş koltuklardan birine oturdum ve hareket etmesini bekledim. Evim son durakta olduğu için artı olarak 5 dakika daha burada bekliyorduk daha sonra ki duraklarda bekleme süresi 20-40 saniye sürüyordu. Okula gidebilmek için 15 durak ilerlemem gerekiyordu ve bu eziyetten başka bir şey değildi. Tramvayın rayın üzerinde hareket ederken çıkarttığı ses kafamı camlara vurma isteği uyandırıyordu. Bunun nedenini hala çözebilmiş değildim fakat zihnimde beliren görüntü kandan ibaretti.

Zihnim, beni sevmiyordu.

İneceğim durak yaklaşırken ayağa kalkıp kucağımda ki çantamı sırtıma taktım ve kapıya doğru ilerledim. Kapı açıldığı gibi hızlıca dışarıya attım kendimi. Nefret ediyordum. Kalabalıktan, yaşadığım yerden, bu okuldan, tramvaylardan, İstanbul’dan ama en çok da kendimden nefret ediyordum. Hiçbir şeye sap olamayan kendimden nefret ediyordum.

Yürüyen merdivenleri de aştıktan sonra okul kapısı gözlerimin önüne serilmişti. Montuma iyice sarılıp sarsak adımlarla ilerledim. Kasım ayının 2’siydi bugün ve ertesi gün benim doğum günümdü. Hatırlanmayan, kutlanmayan bir doğum günü. Soran olursa partilerden kutlamalardan hoşlanmadığımı söylüyordum ama işin aslı benim için hiç partilenmedi. Nasıl bir his olduğunu bile bilmiyordum. Sürpriz bir şekilde kutlanılması, sana değer verdiklerini görmek hoş olsa gerek.

Sınıftan içeriye girince çoğu kişinin gelmiş olduğunu gördüm. Benim yerim cam tarafında en arkadan 3.sıraydı. Yerimi seviyordum. Çok önde de değildi çok arkada da değildi. Hızlıca yerleştikten sonra montumu çıkardım ve arkada duvara montelenmiş bir şekilde olan askıya astım.

Tekrar yerime geçerken duyduğum uğultular kulak tırmalayıcıydı. Genel lise ortamıydı ne eksik ne fazla. Zihinsel eksiği olabilirdi ama fazlası yoktu. Tek amacı şamata olan 3-5 erkek topluluğu, sessiz bir çocuk -hatta sıramın olduğu tarafta en arkadaydı- onun haricinde makyaj yapıp herkesi dışlamaya çalışan o kız grubu ve kendi halinde takılan normal gruplaşmalar. Klasik lise ortamıydı işte.

Ben bu 30 kişinin içinden kendime ne yer bulmak istemiştim ne de uyabilmiştim. Sadece kulaklarımı takar uyurdum işte. Kimseyle gerekmedikçe konuşmayan, insanları inceleyerek sevdiği sevmediği şeyleri analiz eden ancak incelediğim kişiyle aramda sıfır samimiyet bulunduran biriydim. Gölgeydim kısaca.

Benim doğum günümün bile yarın olduğunu bilmeyen insanların her şeylerini bilirdim. Çoğu zaman şu sınıf listesi olmasa adımın bile bilineceğinden emin değildim. “hey köşe de bir kız var.” Denilebilecek bir kızdım.

Kader…Kader deyip geçmeliydim.

Zil çaldığında gelen edebiyat hocasıyla birlikte herkes yerine geçmiş ve kısa bir sessizlik hakim olmuştu.

“Günaydın çocuklar.” Dedi edebiyat hocamız Elif Arslan.

“Günaydın hocam.” Sınıftan hep bir ağızdan çıkan günaydın memnun etmiş gibiydi.

“Sabahınız nasıl geçiyor var mı güne berbat başladım, mutsuzum, hiç derse katılasım yok diyen?” diye sordu.

Orta sıralarda oturan Ceylin hemen söze atladı. “Ben varım. Mutsuz uyandım sebebi de annem nutella almayı unutmuş ve sabah saçımı düzleştirirken saç düzleştiricim yandı. Gelirken de otobüsü kaçırdım anlayacağınız fazlasıyla kötü ve şanssız bir gün.” Dedi. Ceylin kumral yeşil gözlü bir kızdı. Sınıfta 3 arkadaşıyla beraber herkesi dışlayarak zorbalamaya çalışan o kızlardan biriydi.

“Anladım canım o zaman ben sana bir görev vereyim. Çay ocağından bana ince belli bardakta çay kapıp gel. Şekersiz olsun. Belki birilerine yardım etmekten zevk alır ve mutlu olursun.” Dedi ve kitabından sayfaları çevirirken Ceylin’de sınıftan çıkmıştı. “Çocuklar siz de sayfa 67’yi açın.”

Sayfa 67’yi açıp biraz göz gezdirince birkaç şiirin olduğunu gördüm. Nilgün Marmara’nın şiirlerini koymuşlardı. Şiirleri hakkında gram bilgim olmasa da hayatı hakkında birkaç bilgim vardı.

“Ah, bu kadına hayranım. Ölümü beni çok etkilemişti. Var mı aranızda bilen?” dedi edebiyat hocamız.

Biliyordum ama kalkıp anlatmak istemiyordum.

“Koca sınıftan kimsenin bilmemesi çok üzücü cidden. Bence şairlerimizin, geçmişte yaşamış olan önemli kişilerimizin hayat hikayelerini, eserlerini ya da katkıda bulunduğu şeyleri bilmemek çok büyük bir kayıptan başka bir şey değil.”

“Hocam siz biliyorsanız siz anlatın.” Dedi Selim…

Selim de saçları 3 numara olan genel olarak keko diye adlandırabileceğimiz barzo kişilerden biriydi. Hiç hoşlanmıyordum ondan.

“Biliyorum elbette ama sizin de bilmenizi isterdim.” Dedi.

Sınıf kapısı açılarak elinde çay bardağıyla içeriye Ceylin girdi. Hızlıca elinde tuttuğu bardağı öğretmen masasına bırakarak yerine oturdu. Elif hoca teşekkür etmeyi de unutmamıştı.

Ders boyunca Nilgün Marmara’nın hayatını, şiirleri ve genel olarak üniversiteden beklentileri konuşmuştuk. Daha doğrusu konuşmuşlardı. Ben uyumayı ya da camdan bakmayı tercih etmiştim.

İkinci ders zili çaldığında sıramdan kafamı kaldırıp dersi dinlemeye vermiştim. Yine edebiyattı. Ders sonuna kadar inanılmaz derecede uykum gelmişti. Hiçbir şekilde zaman geçmek bilmiyordu. Bu ders de ise sınav senemiz olduğu için kalan son 20 dakikada paragraf çözdürmeyi tercih etmişti hocamız.

3,4 ve 5. dersler matematikti. Sıramdan kalkıp en öne geçmiş ve her şeyi eksiksiz bir şekilde not alarak teneffüs aralarında da konuyla ilişkili test çözmüştüm. Sınıfta ki kendini bilmez kişiler dikkatimi dağıtmaya çalışsa da hiç oralı olmamıştım.

Şuan, uzun öğle arasındaydık. Herkes arkadaşını alıp kafeteryaya inmiş ya da yemeğini alıp buraya gelmişlerdi. Sebebini bilmediğim bir şekilde tek başıma inmeye çekiniyordum. Yemek almaktan neden utanıyordum ki? Sebebi açık ve netti. Yalnızım diye utanıyordum. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Elimi, dar siyah pantolonumun cebine attığım da paramın hâlâ orada olduğunu anlamış ve rahatlamıştım. Sınıftan çıkmama 1 adım kalmıştı ki Aslı bana seslenmişti.

“Verda!” Diye bağırmıştı üst üste. Başımı ona çevirdiğimde hızlıca yanıma gelmişti. “Nereye gidiyorsun?”

“Kafeteryaya iniyordum.” Benim bile zor duyduğum sesimi o nasıl duyacaktı merak konusuydu.

“Bana da bir kahve alır mısın?” Başımı onaylar şekilde salladığım da parasını çıkarıp uzattı. Elinden aldığım parayla koridorda ilerlemeye başladım. Böyleydim işte, sadece işe yaradığım zaman konuşulan biriydim ya da yalnız kaldıklarında, kızların birbirlerine küstüklerinde yanına oturdukları kişiydim.

Hızlıca kendime kaşarlı tost ve ayran aldıktan sonra poşete koydurtup yan tarafta ki kahve makinasına geçtim. Parayı attıktan sonra 3’ü 1 arada yı seçip hazırlanmasını bekledim. Sıcacık kahveyi nasıl taşıyacaktım hiçbir fikrim yoktu. Elim yana yana ilerlerken daha hızlı adımlar atmaya çalışıyordum. Sınıfa girer girmez Aslı beni görmüş ve yanıma gelmişti.

“Teşekkür ed-” cümlesini tamamlayamadan tuttuğu kahveyi ayaklarımın dibine düşürmüştü. “Bu çok sıcakmış, elini nasıl yakmadın ki?”

“Aslı, iyi misin aşkım?” Diye bağırdı Beyza.

Omuz silkip sırama geçtim ve hızlıca yemeğimi yemeye başladım. Okulda geçirdim zaman diliminde yaptıklarım belliydi ve hiç değişmezdi. Matematik harici her derste uyumak, aralarda şarkı dinleyip sınıfı süzmek ve en uzun arada boş bir sınıf bulup uyuyarak şarkı dinlemek ya da kendi sınıfımda yemek yiyerek camdan dışarıyı seyretmekti. Hiç değişmezdi.

Yemeğim bitince çöplerimi poşete koyup tekrar ayağı kalktım ve çöp kovasına adımladım. Çöpün hemen yanında oturan Gökmen bana bakıyordu, onu umursamayıp tekrar sırama döndüm. Bu aralar fazlasıyla bakışlarını üstümde hissediyordum.

Umursamamayı tercih edip sırama doğru ilerledim ama bu sefer de sessiz çocuk olarak nitelendirdiğim Bora’yla göz göze geldim. Bakışlarını çekmeyince ben çektim ve yerime oturup kafamı hemen sıraya koydum. Göz göze gelmek geriyordu.

Son dersin de zili çaldığında eşyalarımı toplamaya başladım. Çoğu kişi hızlı bir şekilde sınıfı terk ederken ben ve birkaç kişi daha toplanmamıştı. Ali hocanın adımları beni bulurken istemsizce kaşımı çatmadan edemedim.

“Verda, biraz konuşmamızda sakınca var mı?” dedi. Çatılı kaşlarım anında havalanırken garipsemeden edemedim.

“Hayır, konuşalım. Bir sorun mu var hocam?” dedim çantamı tekrar sıraya bırakırken. Etrafa attığı bakışla sınıfın boşalmasını beklediğini anlamıştım. Son olarak Bora ve Cansu’da sınıftan çıkarken yalnız kalmıştık.

Ali hoca önümde ki sıraya yaslandı ve derin bir nefes aldı. “Öncelikle insanların kendileriyle alakalı ya da ailelerinden kaynaklı problemleri olabilir.” Dedi. Nereye bağlayacağını merak ediyordum doğrusu. “Yanlış anlama ben ailene ya da sana bir şey ima etmiyorum. Okulumuzda genel olarak senin gibi içine kapanık her çocukla konuşma yapmayı istiyorum sadece. Malum sınav senesi daha da bir baskı altında kalıyorsunuz eğer istersen psikolojik danışmanlık yapan bir arkadaşımla görüştürebilirim.” Dedi.

Hiçbir şey diyemeden izledim ve dinledim sadece. Dışardan desteğe ihtiyacım varmış gibi gözüktüğümü bilmiyordum. “Ve gözlerin Verda, gözlerinde boşluk var. Ölü bir balık gibi bakıyorsun. Farkında mıydın bilmiyorum hiçbir şeye hevesin yok gibi, ilgili olduğun tek bir konu göremedim. Ve genel olarak kanlı bu durum biraz da endişelendiriyor.”

“Madde kullandığımı mı düşünüyorsunuz?” dedim hızlıca.

“Maalesef öyle düşünüyorum ama elbette ki bunun nedenleri farklı olabilir. İlle de madde kullanıyorsun diyemiyorum ama senin ne demek istediğimi anladığını varsayıyorum. Kendine dikkat et ve zarar verici şeylerden kaçın yavrum.” Dedi.

“Anladım hocam, destek istemiyorum ama dikkat etmeye çalışırım.” Dedim ve hızlıca toparlanıp çıktım sınıftan. Kapıdan çıkarken karşıda bekleyen Bora’yı gördüm. Umarım bizi dinlememiştir. Onu umursamayarak okuldan çıktım ve tramvaya doğru yürümeye başladım.

Gözlerimin kan çanağı ve etrafında mor halkalar olduğunu biliyordum ancak bunun sebebi uykusuzluktan kaynaklıydı. Geceleri uyuyamıyordum. Bunları düşünmek istemediğim için gelen tramvaya bindim ve köşede bir yere geçtim. Eve çabucak varmayı umuyordum.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu